Kardeşimle bir hayalimiz vardı, on beş yıl önce filandı, fabrikanın gürültüsünden kaçıp dışardaki hammadde çuvallarının üzerine uzanmıştık. Abi, kardeş GÖKYÜZÜ'ne bakarak koyun koyuna muhabbet ediyorduk. 'Eee ne olacak peki para kazanınca' dedik. Emre'm mühendis tabi, “el yapımı motosiklet ve klasik model araba üretmek istiyorum” demişti. “Ama Türkiye’deki en orijinal motosikletleri ve arabaları yapacağım. Yılda iki tane üreteceğim sonra tüm yıl yatacağım… Ya sen abi? ”…” Ben hiç ama hiç çalışmayacağım, sırf sanat yapacağım, romanlar yazacağım, belki bir müzik aleti bile çalmayı becerebilirim. Sonsuza kadar borucu (bu yıl Canlar Boru'da yirminci yılım doldu bile...) kalamam. Milyonlarca sıradan insandan biri olarak ölemem...” Bir yaz günüydü, o bulutsuz gökyüzünde yıldızlar öyle bol, öyle mutlu görünüyorlardı ki birbirimize anlattıklarımıza bir an da olsa inandık.
Çok zaman geçti, hayaller törpülendi. Kendi küçük hayallerimiz ülkenin zorlu yıllarıyla şekil değiştirdi. Sanatın tek başına yetmediği, bir iyilikle harmanlanması gerektiği fikri ağır basmaya başladı. Şimdi artık daha yetişkin hayalleri kuruyorduk... Önce bireysel çabalarla sosyal sorumluluk projelerinin içinde yer aldık sonra yavaş yavaş vakıf kurma planları yapmaya başladık. İçimizdeki iyilik yapma güdüsü o kadar yoğundu ki son 5-6 yılda beni, kardeşimi ve tüm ailemi bir gün ağaç dikerken, diğer gün çocuklara burs sağlarken, başka bir gün Anadolu’nun ücra köyündeki okula kitaplık yollarken bulabilirdiniz. Daha nice nice dillenmeyen iyilikler yapıyorduk, ruhlarımızı hafifletiyorduk. Ticaretin içinde yirmi yılımız geçmişti. Yorulan, yıpranan ruhlarımız her iyilikle iyileşiyordu. Müptela olmuştuk. Ne yapıyorsak en çok kendimiz için yapıyorduk. Tabi tüm bu yıllar içinde sanatçı olamayacağımı anladıysam da sanatsız bir hayatın da söz konusu olamayacağını biliyordum. Sanat mucizevi bir öğretmendi. Beni ben yapanlar arasında kim bilir kaç kitap, kaç şarkı, kaç şiir vardı... Sanat da iyilik kadar ruhumuzu beslemek için gerekliydi. Sanatın kendisine minnet borçluyduk.
Düşünüyordum; niçin varım? Neden hala milyonlarca sıradan insandan farkım yok? 40 yaşıma gelirken tüm geçmişim, bugünüm ve yarınımla bu soruların artık doğruya en yakın cevaplarını hissedebiliyordum. Niçin varım eyyy GÖKYÜZÜ? Ne yapmalıyım? Cevapları hissediyordum; çocuk, sanat ve iyilik... Bir çocukluk hayalinin gerçeğe en yakın hali Gökyüzü Sanatsal İyilik Vakfı idi... Çocuk! Sanat! İyilik! Ve her birinin diğeriyle giriştiği sonsuz kombinasyonlar. Hayat bana aykırı olabilmenin acısını değil hazzını yaşatacak kadar sevecendi; bir çatı altında kurumsallaşıp sonunda vakfımızı kurabilme olanağına kavuştuk. Artık sanatsal faaliyetler yaparak bağışçılarımızdan vakfımıza destek isteyebilecek sonrasında da düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitimi ve gelişimi için sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirebilecektik. Kendi takımımızı kuruyorduk, kuruyoruz. İnsanlığın uygarlık mücadelesinde bizler de kendi takımımızla ter dökeceğiz. Bu yola tüm ömrümüzü adıyoruz. Çocuklarımızın çağdaş, bilimsel bir kavrayışla ağacı, hayvanı, insanı seven, ülkesine ve milletine faydalı olan, maddi dünyanın gereklerini bilen ama kölesi olmayan, ahlakın ahmağı değil sahibi olabilen, şiir okuyabilen, teknolojiyi seven, ailesine, arkadaşlarına ve büyüklerine saygılı, dostlarını çıkarlarına değişmeyen, Ata’sına minnettar, düşleri düşünceleri sorgulayan bireyler olması için gücümüzün yettiğince çaba sarf edeceğiz. Sanat vakıf destekçileri için gerekli, iyilik bizlerin ruhları için gerekli, çocuklar ülkenin geleceği için gerekli... gereği neyse yapılacak! Kendimize inancımız tam...
Allah utandırmasın, Ata yolumuzu aydınlatsın...
Emrah İncili
15.05.2018
Alacaatlı Mahallesi 3377. Sokak Bahçeci Konakları No:12 Çayyolu/Ankara
Bizi Takip Edin